GERCEKLER BAŞLANGIÇTA SAKLIDIR.

 Bu hafta  orjinal ismiyle "Inception" 

Yani Başlangıç filmini inceleyeceğiz. 

Film adı:INCEPTION

BAŞLANGIÇ 

Yönetmen: Christopher Nolan

Yazar: Christopher Nolan

Yapım:Christopher Nolan,

Emma Thomas

Müzik:Hans Zimmer

Camera:Wally Pfister, Cut Lee. SmithCast

Leonardo Di Caprio: Dominick "Dom" Cobb



RÜYA İLE GERÇEĞİ AYNI ZAMANDA BİRARAYA GETİRMEK

Inception filminin konusu: Çok yetenekli bir hırsız olan Dom Cobb’un uzmanlık alanı, zihnin en karanlık ve savunmasız olduğu rüya görme anında, bilinçaltının derinliklerindeki değerli sırları çekip çıkarmak ve onları çalmaktır. Cobb'un bu nadir insanlarda görülebilecek yeteneği, bu ender rastgelinebilecek mahareti, onu kurumsal casusluğun tehlikeli yeni dünyasında aranan bir oyuncu yapmıştır. Aynı zamanda bu durum onu uluslararası bir kaçak yapmış ve sevdiği her şeye mal olmuştur. Cobb'a içinde bulunduğu durumdan kurtulmasını sağlayacak bir fırsat sunulur. Ona hayatını geri verebilecek son bir iş... Tabii eğer imkansız başlangıç'ı tamamlayabilirse. Mükemmel soygun yerine, Cobb ve takımındaki profesyoneller bu sefer tam tersini yapmak zorundadır; görevleri bir fikri çalmak değil onu yerleştirmektir. Eğer başarırlarsa, mükemmel suç bu olacaktır.

İnception filmindeki simülasyon teorisi: kökenleri belki de metodik şüpheciliğin babası olan 1596 doğumlu Rene Descartes isimli filozoftur. Descartes'in şüpheciliğinin özü "Şüphe ediyorum, o halde varım" Argümanıdır. Argümanın tam hali: 

"Kesin olan bir şey var; bir şeyin doğruluğundan şüphe etmek. 

Şüphe etmek düşünmektir. 

Düşünmek var olmaktır.

Öyleyse var olduğum şüphesizdir. Düşünüyorum, o halde varım. 

İlk bilgim bu sağlam bilgidir."


Descartes'in bu argümanı felsefede "Kartezyen Düalizm" Olarak bilinir. Ancak burada bu konuya girmeyeceğiz. Bizim için mühim olan bu argümanın var olmayı kişinin kendisine indirgemiş olmasıdır. Böylece var olan düşüncedir. Geri kalan her şey bu varlığın kendisinden türetilecektir. İlk ve kesin gerçeklik ben isem öteki tüm gerçeklikler bilinçleri de olsa duyguları da olsa benden yani bir düşüncenin onların varlığını farketmesiyle türemişlerdir. Bu şüphecilik sebep olduğu bir çok şeyin yanısıra simülasyon teorisinin de temellerini atmıştır. 


Biz bir simülasyonda yaşıyor olabilir miyiz? Gerçekliği nasıl farkedebiliriz? Argümanın sahibi Nick Boston. Bu argüman, Oxford Üniversitesi'nde çalışan İsveçli filozof Nick Bostrom (İsveççe: Niklas Boström) tarafından 2001 yılında yazıp, 2003 yılında yayınladığı "Bir bilgisayar Simülasyonunda mı Yaşıyorsunuz?" başlıklı makalesinde ileri sürüldü. Bostrom, makalesinde şunu savunuyor: Bir Simülasyonun Ürünüyüz! Şu anda deneyimlediğimiz her şey, bir simülasyonun parçasıdır. Çünkü bu insan-ötesi türler, kendi geçmişlerine ve alternatif gerçekliklerine yönelik trilyonlarca, hatta katrilyonlarca gerçekten ayırt edilemeyecek kalitede simülasyonlar yaratmış olmalıdırlar. Bu simülasyonlar içinde, kendilerinin bilinçli olduğuna kanaat getiren katrilyonlarca varlık oluşmalıdır; çünkü bilinç de sıradan bir şekilde simüle edilebilecektir.




Simülasyon teorisinin yanısıra Dünya'da oldukça popüler olan bir diğer teori Paralel Evren Teorisi. Peki ya evrenimiz tek değilse? Ya Evren'imizin etrafı, bizim fark etmediğimiz alternatif evrenlerle kaynıyorsa? Çünkü "evren" dediğimiz şey, aynı zamanda, içerisinde bulunduğumuz spesifik yasalara sahip, kendi içinde tutarlı ve kapalı bir sistemi tarif etmekte de kullanılabilir. Yani farklı yasaları, farklı özellikleri ve farklı görünümü olan evrenlerden de söz edebiliriz. 


İki önemli konuya değindik: paralel evren teorisi ve simülasyon teorisi. Bu iki yaklaşıma en yakın pratik deneyimlerimiz bildiğiniz gibi rüyalardır. İşte inception bilinçaltımızın derinliklerinde bir simülasyonun içinde de olabileceğimizi düşündürtür. Bu derinlik...bu gerçekliği sorgulama etkisi belki de filmi heyecanla ve birazcık da korkuyla izletmektedir. İçinde bulunduğum bu an mı gerçek yoksa rüyam mı? Ya her ikisinde de varsam ve gerçeksem? Hem rüyamda hem de uyandıktan sonra içinde bulunduğum dünyanın gerçekliğinde yaşıyor var oluyor olamaz mıyım? İşte filmde bizi heyecanlandıran şey bir evrenin daha ya da bir gerçekliğin daha var olduğunu keşfetmeye dair duyduğumuz heyecan; korku ise neyin gerçek olduğundan emin olamamak ve kendini kaybetmek. İnsan da diğer tüm canlılar gibi hayatta kalmalıdır ve bilinci de onu hayatta tutacak bir yol izlemelidir. Dolayısıyla gerçekliği bilinçte incelemek bir yanıyla korkutucudur. 


Filmdeki bir diğer büyük konu ise hikaye gereği insanların rüyalarına sadece onların bilgilerini çalmak için girmekle kalmayıp bir de o bilince bir bilgi yerleştirmek. Bu tam olarak, "Özgür irade mümkün müdür?" tartışmalarını alevlendirecek bir konudur. Eğer bir bilince rüyada girip bir bilgi ya da bir eylem yerleştirmek mümkünse o kişi yapacağı eylemden sorumlu değildir aslında. Bir diğer yandan bunu nasıl bilip tespit edebiliriz? Edemeyiz. Belki de birileri bilincimize girip bizi yaptıklarımızı yapmamız için bizi zorlayabilir.... 


Öte yandan

Filmin kamera kullanım teknikleri çok  enfesti. Görsel açıdan bir şölendi. Özellikle kardaki  sahneler çok  orijinal ve heyecan vericiydi. 

Ayrıca  yönetmen filmi geçmişte şimdide ve rüyada olmak üzere toplam üç farklı zaman diliminde incelemiş. Bu, film boyunca heyecan verici bir takip hissi yaratıyordu. Sanki filmin senaristi yönetmeni ve kurgu yazarı  şaşırmadan konuları bir labirenten geçirip  sonda tek zamanda birleştirmiş. Rüya  ile gerçek  ancak bu kadar birlikte anlatılırdı. 

İzleyici olarak ben sanki kendim de rüyalara, geçmişe ve şimdiye gidip geliyordum. 

Belki de zamanda yolculuğun  bir anahtarı başlangıçta ve buna ulaşmanın  yolu rüyalarımıza  film gibi ulaşmamızdadır. Eğer bu tip bir müdahale kontrol altında mümkün olsaydı tıp  alanında  belki  bu yolla hastalıklar tedavi edilir ve belki hukuk alanında da suça dair her türlü gerçeği açığa çıkarmada kullanılabilir. Adaleti sağlama amacıyla ya da daha iyi bir dünya için. Elbette bunun  tam tersi de düşünülebilir. Örneğin bize özel mahrem bir alan olan ve kendimizin bile tam anlamıyla erişemediğimiz bir alanı başkalarının müdahalelerine açık hale getirmek.Yani bir ütopyanın kapılarını açabileceği gibi totaliter bir distopyanın kapılarını da açabilir. 


Inception tüm bu tartışmaları içeren işleyen ancak hiçbirine tam olarak bir cevap vermeyen bir filmdir. Bu film cevapların değil soruların filmidir. Bu, sizi rahatsız etmesin çünkü  insanı cevaplara götüren ilk adım sorulardır. Dolayısıyla bu çerçeveden bakıldığında izlerken büyük keyif alacağınızı düşünüyorum. 


Inception filminde ana karakteri canlandıran 45 yaşındaki ABD’li oyuncu  Leonardo Di Caprio görüntü yönetimi, ses miksajı, görsel efekt ve ses kurgusu alanlarında Oscar kazanan filmin tam olarak açıklanamayan sonu hakkında hiçbir fikri olmadığını belirtti. Di Caprio: "Neler oldu? Hiçbir fikrim yok. Bazen yalnızca karakterine odaklanırsın. Aslında konuyla alakalı gibiydim. Ama iş Christopher Nolan'a, aklındakilere ve bunların nasıl bir araya geldiğine gelince herkes sürekli olarak bulmacayı çözmeye çalışıyordu" ifadesini kullandı. Yani oyuncular da kafalarında sorularla kalıyordu.  İnception filminin bize soru sorduran ve cevaplarımızı bulmamızı isteyen filmlere güzel bir örnek olduğunu görüyoruz.


"Başlangıç" filmi ünlü yönetmen Cristopher Nolan tarafından çekilmiştir. Onlarca filme imza atmış olan Nolan gişe başarısı ve işlediği konuların derinliği bakımından her zaman takdir edilmiştir. Kendine has bir sinema tarzı olan Nolan'ın hayatı hem sinema kültürü konusunda bir şeyler konuşabilmek isteyen hem de filmlerin sadece perdedeki hikayeleriyle yetinmeyen izleyiciler için büyük bir keyif olacaktır. 

Cristopher Nolan 1970 Londra doğumlu, Memento, Insomnia, Batman Begins, The Dark Knight ve Inception gibi her biri ciddi gişe başarıları yakalamış filmleri portföyünde tutan, İngiliz senarist, prodüktör ve yönetmen. 

Reklam yazarı ingiliz baba ve Amerikalı hostes anne’nin çocukları olan Christopher Nolan, 30 Temmuz 1970‘te Londra’da dünyaya geldi. Çocukluk yılları Londra ve Chicago‘da geçti. Nolan'ın sinemaya ilgisi babasını ona aldığı Kodak marka bir kamerayla başladı. 

Lisans eğitimini University College London‘da İngiliz Edebiyatı bölümünde gördü. Üniversite yıllarında okulun film klübünde bir çok kısa film çekme imkânı buldu. 1990‘ların başlarında foto-gazeteci Dan Eldon‘un Afrika yardım projelerinde kameraman olarak çalıştı. Eldon, 1993‘de Somali‘de öldürülene kadar bu serüveni devam etti.

Cristopher Nolan'ın başarısı onun olaylara olan bakış açısındaki derinliktir. 

Dark Knight filmiyle ilk kez Batman serisindeki kötü karakter olan Joker'i inanılmaz bir derinlikle ele aldı. Karakter yaratmaktaki başarısı tescillenmiş oldu. Ancak daha da mühim olanı onun; iyi-kötü, doğru-yanlış, bilim-fantezi arasındaki çizgileri Silikleştiriyor olmasında yatmaktadır.


Başlangıç

İyi seyirler

Deniz Boyraci 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

ZAMANIN RUHU…

Der letzte Tag eines zum Tode Verurteilten

FİKİRLERE KURŞUN İŞLEMEZ