GERÇEĞİ SÖYLEMEYE KARAR VERDİM...
”Benim adım Edward Snowden. Bu kitabı elinizde tutuyorsunuz çünkü benim konumumdaki bir adam için çok tehlikeli bir şey yaptım: Gerçeği söylemeye karar verdim…
2013 yılında henüz 29 yaşında iken ABD hükümetinin
gizlice dünyadaki her insanın çağrısını, kısa mesajını ve e-postasını izleme
amacını hedeflediğini kanıtlarıyla ortaya çıkaran Snowden, eşi görülmemiş bir
kitle gözetim sistemini deşifre eder. Bunu yaparken tüm hayatından vazgeçer.
Ailesini, vatanını ve sevdiği kadını bir daha göremeyeceğini bilerek
istihbaratçı iken ihbarcı ve nihayetinde internetin vicdanı olur.
Kimileri için bir kahraman, bir vatansever, kimileri
içinse bir muhalif ya da hain olur. Şu an Rusya’da sığınmacı olarak yaşayan 37
yaşındaki Edward Snowden kendi hikayesini anlatırken zamanımızın en önemli
çelişkilerini de özetler: Devletin uygulamalarına yönelik ret ve kabul
ölçülerimiz nasıl olmalıdır ve nerede direnişe geçmek zorunda kalırız?
Sistemler neden çöker? Hangi kurallar neden ve nasıl başarısız olur?
Snowden biyografisine birkaç kuşak ordu geleneğinden
gelen köklü ailesini anlatarak başlar. Çocukluk yıllarında teknoloji ve
komünikasyon aygıtlarına olan merakı gençlik yıllarında internetle tanıştıktan
sonra adeta kendine ait bir dünya yaratmasına zemin sunar. Otoriteyi kabul
etmeyen kişiliği sonuçta “kasıtlı olarak her sistemde, siyasette ve
bilgisayar teknolojisinde yerleşik olan tasarım kusurunun, kuralları yapan insanlarda
kendi dezavantajına göre hareket etme teşvikinin bulunmamasında yattığını ”
keşfeder.
İleri derecede kabiliyetli olan genç Snowden 2001’de
İkiz Kuleler’e ve Pentagon’a dönük terör saldırısının ardından gönüllü olarak
orduya katılır, ancak talim sırasında bacaklarını kırması sonucu ordu macerası
sona erer. Kısa zamanda istihbarat teşkilatlarının farklı bölümlerinde görev
alır.
Zamanla NSA’nın küresel boyuttaki izleme yöntemlerinin
işletme detaylarını öğrenir. Öncelikle izleyici kalır. Epilepsi hastalığı
teşhisi onu bu stresli süreçte zorlar. Çok zaman geçmeden “Ben mi toplum
mu?” ikileminin içinde bulur kendini.
İnsanların özel hayatlarının bu kadar müdahaleye açık
olmasını, hükümetin bu yolda ticari ve uluslararası ortaklarıyla girdiği rant
ilişkilerini gördükçe bu bilgileri basın yoluyla sızdırmaya karar verir.
Gizli belgelerin ifşası ABD ve Avrupa’daki telefon
metadataların alıkonulduğunu ortaya çıkarır. Devlet başkanlarının
telefonlarının dahi dinlenmesi basında çok büyük bir yankı uyandırır.
Adil yargılanma konusunda endişeleri olan Snowden,
ülkeyi terk etmek zorunda kalır. Latin Amerika’ya kaçmayı düşünürken bir başka
“Whistleblower” (yasadışı faaliyette bulunan kişi veya kuruluş hakkında
bilgi veren kişi) Julian Assange’in tavsiyesi üzerine Rusya’ya gider.
Halen Rusya’da geçici sığınma altında yaşayan Snowden
Amerikalı yetkililerce devlet mülkünü ele geçirme ve casusluk ile suçlanır. Bir
federal yargıç Aralık 2013’te hükûmetin, “neredeyse kesinlikle” devlet içinde
veya devlete gelen neredeyse tüm telefon konuşmalarından metadata
toplayarak ABD anayasasına karşı hareket ettiğini
dile getirir. On gün sonra, başka bir federal yargıç gözetleme programının
yasal olduğunu dile getirip sonuç olarak programın anayasaya uygunluğunun en
sonunda Yüce Divan’da tartışılması olasılığını yükseltir(!). Mevcut durumda
yargılanması durumunda Snowden’i 30 yil hapis cezası bekliyor.
Kitabı okuma sebeplerimden biri Snowden’in hareket
noktasını anlayabilecek bir bakış sağlamaktı. Twitter hesabının açıklama
bölümüne, “Önceden hükümet için çalışıyordum, şimdi toplum için
çalışıyorum…” açıklaması elbette devletin gizli belgelerini sızdırma
kararı almasındaki değer yargıları hakkında bir ipucu veriyor.
Snowden`in hikayesini okurken NSA Ana Karargâhı
gölgesinde Fort Meade/ Maryland’da, internetin “iyi niyetli kullanıldığı” bir
çağda büyüyen bir çocuğun, gençlik yıllarında tasarımcılıktan casusluğa doğru
giden yolda, yüksek teknoloji ile kararan idealine ve hayal kırıklığına tanık
oluyorsunuz. Kendi çıkar ve konforunu bir tarafa bırakarak insan kalabilmenin
ağır imtihanından geçen yazar, sistemlerle ilgili çarpıcı değerlendirmeleri ile
de sorgulayıcı bir çözümlemeye katkı sağlıyor;
“Burada çok soyut olmak istemiyorum ama bir
sistem düşünün…bir bilgisayar sistemi, bir ekosistem, yasal bir sistem, hatta
bir hükümet sistemi olabilir.. Bir sistem birçok parçanın bütünü oluşturmasıyla
işleyebilir. Çoğu insanlarda bu, bir noktada başarısızlık görüldüğünde bilince çıkar.
Bu, sistemlerle çalışma hakkında büyük, akıl almaz gerçeklerden biri şudur:
Sistemin yanlış çalışan kısmı neredeyse hiçbir zaman arızayı fark ettiğiniz
kısım değildir. Sistemin neden çöktüğünü öğrenmek için, sorunu bulduğunuz
yerden başlamanız ve ardından sistemin tüm bileşenlerini mantıksal olarak geri
takip şeklinde izlemeniz gerekir…”
“Sistemler talimatlara ve
kurallara göre çalıştığından, böyle bir analiz sonuçta hangi kuralların, nasıl
ve neden başarısız olduğu sorusuna uyarlanır.”
“Bu hamle, bir kuralın
amacının, formülasyonunda veya uygulamasında yeterince ifade edilmediği
bireysel noktaları belirleme girişimidir.(!) Bir şey iletilmediğinde mi
sistem başarısız oldu? Ya da birisi, kendisine yasaklandığı halde,
bir kaynağa erişim sağlayarak sistemi kötüye kullandığından mı? Yoksa
izin verilen bir kaynağa erişim sağladı, ancak onu aşırı mı kullandı? Bir
bileşenin yürütülmesi başka bir bileşen tarafından durduruldu veya engellendi
mi? Bir program, bir bilgisayar veya bir grup insan, sistemin uygun bir
oranından daha fazlasına el mi koydu?*
Kariyerim boyunca, ülkemle
ilgili değil de, yalnızca sorumlu olduğum teknoloji hakkında bu tür sorular
sormak benim için giderek zorlaştı. Ve teknolojiyi tamir edebileceğimi
ancak ülkeyi tamir edemeyeceğimi anlamak giderek daha sinir bozucu bir hale
geldi…” (S. 142/143)
Sistemlerde denetleme mekanizması ve problem
oluştuğunda çözüm odaklı neden-sonuç ilişkilerinin analizi açısından bir
perspektif olabilecek bu sözler, yazarın alternativ Nobel Ödülü’nü neden
kazandığı hakkında da bilgi veriyor.
Merakla okuyacağınız otobiyografide güzellemeler ya da
samimiyetsiz ifadeler bulunmuyor. Teknik ayrıntılar bilgisayar dünyasından uzak
olan kişiler için biraz sıkıcı olabilir. Ancak birey ve toplum olgusunun
sorumluluk boyutu devamlı işlendiği içindir ki bu detaylar kitabın akışı içinde
bütünle sorunsuz birleşiyor.
Sonuç olarak;
Permanent Record, dünya toplumunu dijital esarete düşme tehlikesine
karşı uyaran, medya, siyaset ve yargı kurumlarına sorumluluğunu hatırlatan
ateşli bir savunma metni.
Ayrıca ulusal çıkarların bireysel hak ve özgürlükler
ile çeliştiği noktada militarist güvenlik politikalarına ve kitlesel gözetime
karşı kaleme alınmış okunası bir müdafaa yazısı.
Şu an dünyayı etkisine alan Covid-19 pandemisi etrafinda
yürütülen önlem ve kontrol tartışmaları ekseninde gündeme gelen denetleme
sisteminin de bu açıdan okunması ve değerlendirilmesi gerektiği kanısındayım.
Günümüzde internetin birkaç ayrıcalıklı insanın
sistematik çabaları sonucu çok farklı amaçlara hizmet ettiği ve sanal alanda
pazarlanan ürünün artık birey ve özel hayat olduğu gerçekliği artık inkâr
edilemeyecek kadar barizdir. Şirket gibi çalışan hükümetlere kalan tek şey bu
sosyal değişimin dayanak noktası olmak ve bundan nasıl kâr elde edeceğini öğrenmekti…
“Bu, gözetim kapitalizminin doğuşu ve o güne
kadar tanıdığım internetin ölümüydü.” (s.14)
Deniz Boyraci…
Yorumlar
Yorum Gönder