GERÇEĞİ SÖYLEMEYE KARAR VERDİM...

 

”Benim adım Edward Snowden. Bu kitabı elinizde tutuyorsunuz çünkü benim konumumdaki bir adam için çok tehlikeli bir şey yaptım: Gerçeği söylemeye karar verdim… 

Bu haftaki kitabımız Fischer Yayınlarından (2019) eski Merkezi İstihbarat Teşkilatı (CIA) ve Ulusal Güvenlik Dairesi (NSA) çalışanı Edward Snowden’in “Permanent Record” adlı 425 sayfalık oto-biyografisi. 

2013 yılında henüz 29 yaşında iken ABD hükümetinin gizlice dünyadaki her insanın çağrısını, kısa mesajını ve e-postasını izleme amacını hedeflediğini kanıtlarıyla ortaya çıkaran Snowden, eşi görülmemiş bir kitle gözetim sistemini deşifre eder. Bunu yaparken tüm hayatından vazgeçer. Ailesini, vatanını ve sevdiği kadını bir daha göremeyeceğini bilerek istihbaratçı iken ihbarcı ve nihayetinde internetin vicdanı olur. 

Kimileri için bir kahraman, bir vatansever, kimileri içinse bir muhalif ya da hain olur. Şu an Rusya’da sığınmacı olarak yaşayan 37 yaşındaki Edward Snowden kendi hikayesini anlatırken zamanımızın en önemli çelişkilerini de özetler: Devletin uygulamalarına yönelik ret ve kabul ölçülerimiz nasıl olmalıdır ve nerede direnişe geçmek zorunda kalırız? Sistemler neden çöker? Hangi kurallar neden ve nasıl başarısız olur?

Snowden biyografisine birkaç kuşak ordu geleneğinden gelen köklü ailesini anlatarak başlar. Çocukluk yıllarında teknoloji ve komünikasyon aygıtlarına olan merakı gençlik yıllarında internetle tanıştıktan sonra adeta kendine ait bir dünya yaratmasına zemin sunar. Otoriteyi kabul etmeyen kişiliği sonuçta “kasıtlı olarak her sistemde, siyasette ve bilgisayar teknolojisinde yerleşik olan tasarım kusurunun, kuralları yapan insanlarda kendi dezavantajına göre hareket etme teşvikinin bulunmamasında yattığını ” keşfeder. 

İleri derecede kabiliyetli olan genç Snowden 2001’de İkiz Kuleler’e ve Pentagon’a dönük terör saldırısının ardından gönüllü olarak orduya katılır, ancak talim sırasında bacaklarını kırması sonucu ordu macerası sona erer. Kısa zamanda istihbarat teşkilatlarının farklı bölümlerinde görev alır.

https://i1.wp.com/nupel.net/wp-content/uploads/2020/06/50466907_303.jpg?resize=696%2C392&ssl=1

Zamanla NSA’nın küresel boyuttaki izleme yöntemlerinin işletme detaylarını öğrenir. Öncelikle izleyici kalır. Epilepsi hastalığı teşhisi onu bu stresli süreçte zorlar. Çok zaman geçmeden “Ben mi toplum mu?” ikileminin içinde bulur kendini. 

İnsanların özel hayatlarının bu kadar müdahaleye açık olmasını, hükümetin bu yolda ticari ve uluslararası ortaklarıyla girdiği rant ilişkilerini gördükçe bu bilgileri basın yoluyla sızdırmaya karar verir. 

Gizli belgelerin ifşası ABD ve Avrupa’daki telefon metadataların alıkonulduğunu ortaya çıkarır. Devlet başkanlarının telefonlarının dahi dinlenmesi basında çok büyük bir yankı uyandırır. 

Adil yargılanma konusunda endişeleri olan Snowden, ülkeyi terk etmek zorunda kalır. Latin Amerika’ya kaçmayı düşünürken bir başka “Whistleblower” (yasadışı faaliyette bulunan kişi veya kuruluş hakkında bilgi veren kişi) Julian Assange’in tavsiyesi üzerine Rusya’ya gider. 

Halen Rusya’da geçici sığınma altında yaşayan Snowden Amerikalı yetkililerce devlet mülkünü ele geçirme ve casusluk ile suçlanır. Bir federal yargıç Aralık 2013’te hükûmetin, “neredeyse kesinlikle” devlet içinde veya devlete gelen neredeyse tüm telefon konuşmalarından metadata toplayarak ABD anayasasına karşı hareket ettiğini dile getirir. On gün sonra, başka bir federal yargıç gözetleme programının yasal olduğunu dile getirip sonuç olarak programın anayasaya uygunluğunun en sonunda Yüce Divan’da tartışılması olasılığını yükseltir(!). Mevcut durumda yargılanması durumunda Snowden’i 30 yil hapis cezası bekliyor.

Kitabı okuma sebeplerimden biri Snowden’in hareket noktasını anlayabilecek bir bakış sağlamaktı. Twitter hesabının açıklama bölümüne, “Önceden hükümet için çalışıyordum, şimdi toplum için çalışıyorum…” açıklaması elbette devletin gizli belgelerini sızdırma kararı almasındaki değer yargıları hakkında bir ipucu veriyor. 


Snowden`in hikayesini okurken NSA Ana Karargâhı gölgesinde Fort Meade/ Maryland’da, internetin “iyi niyetli kullanıldığı” bir çağda büyüyen bir çocuğun, gençlik yıllarında tasarımcılıktan casusluğa doğru giden yolda, yüksek teknoloji ile kararan idealine ve hayal kırıklığına tanık oluyorsunuz. Kendi çıkar ve konforunu bir tarafa bırakarak insan kalabilmenin ağır imtihanından geçen yazar, sistemlerle ilgili çarpıcı değerlendirmeleri ile de sorgulayıcı bir çözümlemeye katkı sağlıyor;

Burada çok soyut olmak istemiyorum ama bir sistem düşünün…bir bilgisayar sistemi, bir ekosistem, yasal bir sistem, hatta bir hükümet sistemi olabilir.. Bir sistem birçok parçanın bütünü oluşturmasıyla işleyebilir. Çoğu insanlarda bu, bir noktada başarısızlık görüldüğünde bilince çıkar. Bu, sistemlerle çalışma hakkında büyük, akıl almaz gerçeklerden biri şudur: Sistemin yanlış çalışan kısmı neredeyse hiçbir zaman arızayı fark ettiğiniz kısım değildir. Sistemin neden çöktüğünü öğrenmek için, sorunu bulduğunuz yerden başlamanız ve ardından sistemin tüm bileşenlerini mantıksal olarak geri takip şeklinde izlemeniz gerekir…”

“Sistemler talimatlara ve kurallara göre çalıştığından, böyle bir analiz sonuçta hangi kuralların, nasıl ve neden başarısız olduğu sorusuna uyarlanır.”

“Bu hamle, bir kuralın amacının, formülasyonunda veya uygulamasında yeterince ifade edilmediği bireysel noktaları belirleme girişimidir.(!)  Bir şey iletilmediğinde mi sistem başarısız oldu?  Ya da birisi, kendisine  yasaklandığı halde, bir kaynağa erişim sağlayarak sistemi kötüye kullandığından mı?  Yoksa izin verilen bir kaynağa erişim sağladı, ancak onu aşırı mı kullandı?  Bir bileşenin yürütülmesi başka bir bileşen tarafından durduruldu veya engellendi mi?  Bir program, bir bilgisayar veya bir grup insan, sistemin uygun bir oranından daha fazlasına el mi koydu?*  

Kariyerim boyunca, ülkemle ilgili değil de, yalnızca sorumlu olduğum teknoloji hakkında bu tür sorular sormak benim için giderek zorlaştı.  Ve teknolojiyi tamir edebileceğimi ancak ülkeyi tamir edemeyeceğimi anlamak giderek daha sinir bozucu bir hale geldi…” (S. 142/143)

Sistemlerde denetleme mekanizması ve problem oluştuğunda çözüm odaklı neden-sonuç ilişkilerinin analizi açısından bir perspektif olabilecek bu sözler, yazarın alternativ Nobel Ödülü’nü neden kazandığı hakkında da bilgi veriyor. 

Merakla okuyacağınız otobiyografide güzellemeler ya da samimiyetsiz ifadeler bulunmuyor. Teknik ayrıntılar bilgisayar dünyasından uzak olan kişiler için biraz sıkıcı olabilir. Ancak birey ve toplum olgusunun sorumluluk boyutu devamlı işlendiği içindir ki bu detaylar kitabın akışı içinde bütünle sorunsuz birleşiyor.

Sonuç olarak;

Permanent Record, dünya toplumunu dijital esarete düşme tehlikesine karşı uyaran, medya, siyaset ve yargı kurumlarına sorumluluğunu hatırlatan ateşli bir savunma metni.

Ayrıca ulusal çıkarların bireysel hak ve özgürlükler ile çeliştiği noktada militarist güvenlik politikalarına ve kitlesel gözetime karşı kaleme alınmış okunası bir müdafaa yazısı. 

Şu an dünyayı etkisine alan Covid-19 pandemisi etrafinda yürütülen önlem ve kontrol tartışmaları ekseninde gündeme gelen denetleme sisteminin de bu açıdan okunması ve değerlendirilmesi gerektiği kanısındayım.

Günümüzde internetin birkaç ayrıcalıklı insanın sistematik çabaları sonucu çok farklı amaçlara hizmet ettiği ve sanal alanda pazarlanan ürünün artık birey ve özel hayat olduğu gerçekliği artık inkâr edilemeyecek kadar barizdir. Şirket gibi çalışan hükümetlere kalan tek şey bu sosyal değişimin dayanak noktası olmak ve bundan nasıl kâr elde edeceğini öğrenmekti…

Bu, gözetim kapitalizminin doğuşu ve o güne kadar tanıdığım internetin ölümüydü.” (s.14)

Deniz Boyraci…

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

ZAMANIN RUHU…

Der letzte Tag eines zum Tode Verurteilten

FİKİRLERE KURŞUN İŞLEMEZ