|
Bu haftaki kitap yolculuğumuza Sabahattin
Ali ile devam ediyoruz.
Kitap adı: Sırça Köşk
Kitap yazarı: Sabahattin Ali
Sayfa sayısı : 164
Tarihte ilk kez bir toprak parçasının etrafını
çitle çevirip “Burası benimdir” diyen ve buna inanacak kadar saf olan
insanlar bulabilen ilk insan, uygar toplumun ilk kurucusu oldu. O zaman biri
çıkıp, çitleri söküp atacak ya da hendeği dolduracak, sonra da insanlara
“Sakın dinlemeyin bu sahtekârı. Meyveler herkesindir. Toprak hiç kimsenin
değildir. Ve bunu unutursanız mahvolursunuz” diye haykırsaydı, işte o insan,
insan türünü, nice suçlardan, nice savaşlardan, nice cinayetlerden
kurtaracaktı.
Jean Jaque Rousseau.
Eserde;
Sabahattin Ali için bahsi geçen toprak parçası
belki de bu sırça köşktür.
Hikayede;
Kendi kendisine yetebilen ve halkının mutlu
olduğu birbiriyle anlaştığı bir şehre üç yabancı gelir. Bu üç yabancı
ellerinden bir iş gelmeyen avarelerdir. Şehirde onlar gelmeden önce her şey
yolundadır. Şehre girerler ve halka neden bir sırça köşklerinin olmadığını
sorarlar. O güne kadar bir eksikliklerinin olduğunu düşünmeyen halk üç gencin
şehrin içinde gezip insanlara neden sırça köşklerinin olmadığını, tüm büyük
şehirlerde sırça köşkün olduğunu söylerler. Sonunda bir köşk yapmanın şehirde
olan eksikliği gidereceğine kanaat getiren şehirliler bu köşkü inşaa etmeye
karar verir. İşte şehrin bütün hikayesi ihtiyaçlarının olmadığı bu sırça
köşkün inşasına karar vermeleriyle şekillenir.
Daha sonra köşkü gittikçe büyütürler. Sırça
köşkün ihtiyaçları giderek artar, oraya giren hazır yemeye alıştığından
oradan ayrılmak istemez, dışarıda kalanlar da oraya girmeye çalışırlar.
Sırça köşk giderek halka yük olmaya başlar. Halk,
üç uyanık arkadaşa sorular sorar, bu sorulara uygun birer bahane
uydurulur ve halk kandırılmaya devam eder. Günden güne halk sırça
köşkün sonsuz talepleri sonucunda fakirleşir. Sırça köşkün ihtiyaçları
karşılanamadığında, sırça köşktekiler zora başvurur. Halkın yiyeceğini,
içeceğini zorla alır, itiraz edenleri sırça köşkün bodrumuna kapatırlar. Halk
bu beladan kurtulmaya çalışmaz, sırça köşkün adamları da köşkün hiçbir
kuvvetin yıkamayacağı kadar sağlam olduğu düşüncesini yayarlar, safları inandırır,
inanmayanları hile ve zorla sustururlar. Hikayenin başı hikayenin sonuna
doğru unutulur sanki halk sırça köşk sayesinde varmış gibi yutturulmaya
çalışılır. Zamanla halkın vereceği bir şey kalmaz. Son koyunlarını da bir
emirle getirirler. Bu durumda halkın artık korkmayacağını bilen üç tembel
arkadaşın elebaşını sesini yumuşatarak halk için yaptıkları fedakârlıkları
anlatır. Öyle bir anlatılır ki amaç hep sırça köşkün ne kadar gerekli ne
kadar vazgeçilmez olduğudur. Sabrı taşan halka karşı getirdikleri koyunların
hepsini yemediklerini bir kısmını halka geri vereceklerini büyük bir
fedakarlık gibi açıklarlar. Sanki koyunlar halktan alınmamış gibi lütfederler.
Sonra koyunların sadece kellelerinin halka dağıtılması emredilir. Kelleler
dağıtılır.
Halk bakar ki kellelerin beyni yok.
Kellelerin dili ve gözü de yoktur. Kellelerin beyin, göz ve dillerinin
olmayış nedenini sorduklarında "Siz onları ziyan edersiniz"
cevabını alırlar.
Yani yüksekte halktan, halk sayesinde yükselen o
sırça köşktekiler halkı aşağı görür. Öyle bir aşağı görmedir ki bu halka
hiçbir işe yaramayan kafa tasları layık görülür.
Ve halka
'Siz konuşmayan, görmeyen, duymayan boş
kafalar olun 'mesajı verilir.
Ama
Halktan biri "bana böyle başın lüzumu
yok" diye kelleyi sırça köşke fırlatınca sırça köşkte bir delik
açılır. Sağlamlığı, yıkılmışlığı, gücü, köklülüğü temsil eden o köşkte bir
delik açılır. İşte devrim o saraylarda ilk deliği açan ve sarayların
çürümüşlüğünü halka gösteren ilk isyandır, ilk cesarettir. Böylece birbirinin
ardı sıra halka reva görülen kuru kafalar sırça köşk duvarlarına isabet
eder.
Herkes elindeki kelleyi fırlatınca, sağlamlığına
inanılan köşk tuzla buz olur. Halk normal yaşayışına döner.
Maalesef sıklıkla karşılaşılan bir durum bir
zümrenin iktidar hırsı ve onun yıkıcı sonuçları halkı hep
yoksulluğa ve savaşlara sürüklemiştir.
Küçük bir iktidar grubunun kendi çıkarları
uğruna yapamayacakları çirkinlik yoktur.
Bu küçük grupların halkı bu şekil
sömürmesine izin vermemek için;
Sakın tepenize bir sırça köşk kurmayınız. Ama
günün birinde böyle bir sırça köşk kurulursa, onun yıkılmaz, devrilmez
bir şey olduğunu sanmayın.
En heybetlisini tuz buz etmek için üç beş kelle
fırlatmak yeter.
Sabahattin Ali usta kalemi ve öngörüsüyle
1940larda günümüzde de yaşanan kaosu ve iktidar belasını sırça
köşkün masalında vermiş.
Bugün Türkiye de belki sırça
köşk değil ama sırça saray kurulmuş.
Erdoğan ve etrafındakiler Sırça
Saray hikayesiyle 2023 e doğru giderken halkın eline dili
gözü beyni çıkarılmış boş kelleler tutuşturuyor.
Birilerinin saray duvarına kelle
fırlatması onları kan emici olmaktan çıkaracaktır bunun çoktan
zamanı geldi ve geçiyor duvarlarına açılan gedikleri
büyütüp sarayı beslemekten vazgeçilmelidir.
Bu ülkenin tüm vatandaşları ülke
kaynaklarından eşit yararlanırsa, demokrasi adalet ve özgürlükler
ile huzur gelecektir.
'Biri yer biri bakar kıyamet ondan kopardı ya' işte
o kıyameti koparmanın zamanıdır.
Halkın gücünün açığa çıkması için
uyanmak lazım Demokratik güçlerin birliği ve akılcı
yönetimlerle bu mümkündür.
Ama
Siz siz olun
Sakın tepenize bir sırça köşk kurdurmayınız. Ama
günün birinde böyle bir sırça köşk kurulursa, onun yıkılmaz, devrilmez bir
şey olduğunu da sanmayın.
Bu Sabahattin Ali'nin arzu ettiği bir durumdur. O
böyle yaşanılan bir dünya, bir ülke, bir düzen aramakta, bunun özlemini
duymaktaydı.
SABAHATTİN ALİ KİMDİR?
Sabahattin Ali 25 Şubat 1907'de Eğridere'de doğdu.
2 Nisan 1948, Kırklareli'de vefat etti. Türk yazar ve şairdir. Edebi
kişiliğini toplumcu gerçekçi bir düzleme oturtarak yaşamındaki deneyimlerini
okuyucusuna yansıttı ve kendisinden sonraki cumhuriyet dönemi Türk
edebiyatını etkileyen bir figür hâline geldi. Daha çok öykü türünde eserler
verse de romanlarıyla ön plana çıktı; romanlarında uzun tasvirlerle ele
aldığı sevgi ve aşk temasını, zaman zaman siyasi tartışmalarına gönderme
yapan anlatılarla zaman zaman da toplumsal aksaklıklara yönelttiği eleştirilerle
destekledi. Kuyucaklı Yusuf (1937), İçimizdeki Şeytan (1940) ve Kürk Mantolu
Madonna (1943) romanları Türkiye'deki edebiyat çevrelerinin takdirini
toplayarak hem 20. yüzyılda hem de 21. yüzyılda etkisini sürdürdü.
Hayatının son yıllarında Türk milliyetçileriyle
yaşadığı tartışmalarla da öne çıktı, özellikle Türkçü-Turancı yazar Nihal
Atsız ile yaşadığı gerilim giderek artarak Irkçılık-Turancılık davasının bir
parçası oldu. Bu dönemde Aziz Nesin'le beraber çıkardığı Markopaşa dergisinde
siyasileri eleştirmesi yüzünden çeşitli davalarla uğraşmak zorunda kaldı.
Hakkındaki davaların aleyhinde seyrettiği bir dönemde Türkiye'den ayrılmak
istedi ve Bulgaristan sınırını geçmek isterken kendisine kaçma girişiminde
rehberlik eden ve Sabahattin Ali'nin kendisine yardım eden bir arkadaşı
olduğuna inandığı Ali Ertekin tarafından milliyetçi gerekçelerle öldürüldü.
Deniz Boyraci
|
Yorumlar
Yorum Gönder